6 Nisan 2015 Pazartesi

Söyleşi


GİT. AMA NEREYE!



SÖYLEŞİ: SABAHATTİN UMUTLU (Aydınlık Kitap , 20 Mart 2015)
aydinlik_soylesi_500İlk şiir kitabı “Çalınmış Kuyuları Babil’in 1989 yılında yayımlanan İbrahim Baştuğ’un yedinci şiir kitabı “Git” geçtiğimiz günlerde Tekin Yayınevi’nden çıktı. Kitaba adını veren “Git” adlı şiirin yanı sıra kendi şiirsel serüveninin ipuçlarını da içeren “İbrahim” adlı uzun, otobiyografik şiirin de yer aldığı “Git” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
İlk kitabın “Çalınmış Kuyuları Babil’in” de dahil olmak üzere sonraki kitaplarında, şiirde geleneğin biçimsel imkânlarından sonuna kadar faydalanan ancak yer yer de gelenekle hesaplaşan, geleneği dönüştüren, bozguna uğratan, kendine özgü deneysellikler içeren “İbrahim Baştuğ şiiri” diyebileceğimiz bir poetika oluşturduğunu görmekteyiz. Şiirsel serüvenin de dahil olmak üzere Türkiye’de şiirin gelenek ile ilişkilenmesi hakkında neler söylemek istersin?
Yazının öteki dallarıyla; roman, öykü, tiyatro vb. karşılaştırıldığında şiir, şiirimiz yüzyıllar öncesine dayanan bir geçmişe sahip. Gelenek denince ilk akla gelen bu uzun geçmiş oluyor. Kabaca Divan ve Halk Edebiyatı olarak ikiye ayrılıyor. Saz Şiiri, Tekke Şiiri gibi arayolları var. Yüzyıllar içinde birbirine karışan, birbiriyle alışverişi olan karmaşık bir süreç! Düzyazıyla her ne kadar 1800’lü yıllarda tanıştıysak da Halk Edebiyatı içinde cenk ve aşk konulu halk hikâyeleri, Divan içinde mesnevi vardı. Bunlar açıktan açığa tahkiyedir, yani öyküleme. Ama “gelenek” bununla sınırlı değildir bana göre. Batılı anlayışla biçimlenen modern şiirimiz de geleneğin yadsınamaz bir parçasıdır. Gelenek belki şiire başlarken bir olanak ama kendi şiirini kurarken de bir tuzaktır; dikkatli olmak gerekir!
Kitabın ilk şiiri “Yalınaşk” üç dizeden oluşuyor:“İki sesin çınlaması iki gövdearasındaki karanlıkta. Tenin dolanmacesareti ötekinin uçurumunda”

Şiirden de anlaşılacağı üzere buradaki iki beden ya da senin deyiminle “iki gövde” arasında gerçekleşen biri ve öteki ilişkisinde kendini ve kendi kimliğini ötekine dayatan dışlayıcı, ötekileştirici bir tavır görmüyoruz. Ancak Ingeborg Bachmann’a göre de “faşizm iki insan arasında başlar”… Birinin varlığı ötekinin uçurumu olan iki insan arasında mı desek… Kendi şiir poetikanı da göz önünde bulundurarak şiirin özneleri, aşk, beden ve iktidar bağlamında bu konuyu biraz açabilir misin?
Ingeborg Bachman’ın o tespiti ilkgençlik yıllarımda çok etkilemişti beni; yaşım ilerledikçe doğruluğuna daha çok inandım. İktidar olgusunun en yalın tanımıdır. Teorik açıdan iki kişinin ilişkisinde iki özne bulunması gerekir değil mi? Ama pratikte öznelerden biri ötekini ilişiği kabul ediyor. Bu çeşitli kılıflar uydurularak çarpıtılıyor ama her ilişkideki gövde sayısı kadar özne vardır. Gerisi hak ihlalidir. Gökhan Cengizhan ilk şiirlerimden itibaren benim “cinsiyetsiz” bir şiirim olduğu tespitini yapmıştı. Gövdeyi öznenin egemenlik coğrafyası olarak değerlendiriyorum.

Hayyamvari Bir Rubai Şairi Değilim
Kitaba adını veren “Git” şiirine dönecek olursak ki bence İbrahim Baştuğ şiiri ve poetikasının tüm karakteristik özelliklerini taşıyan ve yüz yıl sonra da okunabilecek bir kült şiir. “Git” şiirindeki tematik bağ ve söyleyiş tarzın, tekniğin “Çalınmış Kuyuları Babil’in”e götürdü beni. “Git” şiirinin ve aynı adlı kitabının “Çalınmış Kuyuları Babil’in”e bir selam, bir dönüş olduğunu söyleyebilir miyiz? Tüm şiir kitaplarını da içeren bir değerlendirmeyle…
ibrahiim_bastug_gitTeşekkür ederim yorumun için, umarım öyle olur. “Git” bir fanzinde yayımlandıktan neredeyse on beş yıl sonra bu kitaba girdi. Buradaki kimi şiirler de yirmi yıl önce yazıldı. Bir kısmı “Kavis” yayımlandığında vardı ama kitap bütünlüğüne giremedi. “Git”teki şiirlerin birkaç tanesi 1994’te, 1995’te dergilerde çıkmıştı. Kimini yeniden çalışıp uzattım. Öte yandan “Çalınmış Kuyuları Babil’in” (ÇKB) bir ilk kitap değildir aslında. “ÇKB” yayımlanırken vazgeçtiğim, yırtıp attığım çok şiir var. İyi ki de öyle yapmışım diyorum şimdi. “Kavis” benim şiirimin ana yatağıdır. “ÇKB” ile “Kavis” arasında Hilmi Yavuz’un editörlüğünde Can Yayınevi’nden yayımlanması ve Cemal Süreya Ödülü’nü almasıyla öne çıkan “Köz” ve ikizi “Kül”le tanındım daha çok ama ben Hayyamvari bir rubai şairi değilim. Bu iki kitapla ilgili söyleşilerde de belirttiğim gibi Divan ve Halk Şiiri geleneğiyle modern şiirin harmanlanması girişimiydi o dörtlükler. Bir tür “hesaplaşma” da diyebiliriz. Bu ikiz kitaplardaki hava “Git”ten yedi ay önce yayımlanan “Üç Artı Sonsuz”daki üçlüklerde sürdü. Tespitine katılıyorum; “Git” şiirimin ana yatağına bir geri dönüştür.
Kitapta yer alan kendi şiirsel serüveninin, poetikanın ipuçlarını da içeren “İbrahim”e gelirsek; bu şiiri, otobiyografik özelliklerinin yanı sıra hem kendi kendine hem de edebiyat ortamına yaptığın bir otopsi olarak görebilir miyiz?
Neden olmasın! Otokratik ve gün günü depresifleşen, benci(l)leşen bir siyasal iktidarın; oydaşı toplumun (belki yükselen yeni orta sınıfın) ve ona ilişmekte beis görmeyen şuaranın kritiği de diyebiliriz. Her ne kadar “dışarıdan/taşradan” yazıyormuş edasını takındıysam da bir iç çerinin sur kapılarını içeriden dinamitleme girişimidir “İbrahim”… Söylemedikleriyle tartışılması gereken bir şiirdir. Bu hem özne açısından böyledir; bir kendini kurmak için yıkma girişimi…

Bir Şair İçin Tek Ödül Bilirim Ben
Şiir Odası dergisinde 15 yıl önce, 2000 yılı aralık ayında yapılan bir söyleşide “Şiir artık ödünç aldığı her şeyi iade etmeli, her türlü gündem tutma politikasının yedeğinde iktidara oynamaktan vazgeçmeli, kendi hayat alanına geri çekilmeli. Yoksa muhalefet yapamayacak kadar borçlanacak iktidar ilişkilerine” diyorsun. Dünden bugüne, bugünden düne baktığımızda edebiyat ortamına, şaire, şiire bir projeksiyon yaptığımızda edebiyatta kanonlar, jüriler, milyarlık ödüller, toplumun her alanına yayılan muhafazakârlaşmanın şiire etkisi; edebiyatçının, şairin iktidarla liyakat ilişkisi bağlamında neler söylersin? Nereye gidiyoruz? Şiir nereye?
Aynı cümlenin altına bugün de imzamı atarım. En iktidar karşıtı eğilimler bile iktidarının ikinci günü muhafazakârlaşır önermesinin haklılığından ürküyorum yaşım ilerledikçe. Bağımsızlığından vazgeçmiş, bir ideolojinin yedeğine girmiş şiir ölü bir edebiyat üretir. Lafazanlıktır. Al gülüm ver gülüm ödüller; parayla basılan kitaplar, gazetelerin kitap eklerinde yayınevi çıkışlı ve reklama endeksli tanıtım yazılarıyla bir kurulu düzen fena yerleşti. Fena! Ama yozlaşma ödül tutarının artmasıyla değil; adını duyurmuş şairlerimizin, kasaba belediyelerinin verdiği plaketlerin koleksiyonerliğine merak sarmasıyla başladı bence. Bir şair için tek ödül bilirim ben; kitabının basılması, şiirinin tedavüle girmesi. Toplumu kuşatan muhafazakârlaşma ise tepeden inme değil, olanın görünür kılınması hali bence. Şiirde ve sanatın öteki alanlarında ürününü vermiş bir ideolojinin iktidar haline maruz kalıyoruz. Bununla birlikte İslamcı şiirin okurunun da çok fazla olduğu söylenemez!
Son olarak “Git” diyorsun ya, ve fakat nereye?
Tabii ki öznene! Kendini aramaya. Bulmaya. Var etmeye. Kurmaya. Kurgulamaya… “Gitmesen ölü bir balık olarak kıyıya vuracaksın”… Ama “Peşinen kayalara oturacak biliyorsun teknen gitsen”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder